Fahreddîn-i Irâkî’nin Lemaʿât adlı eseri, XIII. yüzyıl tasavvuf düşüncesinin özgün örneklerinden biri olarak hem içerik hem biçim bakımından dikkat çeker. Anadolu’da, Sadreddin Konevî’nin ilmî çevresinde kaleme alınan bu eser; aşk, varlık ve mârifet ilişkisini hem nazım hem nesir içinde harmanlayan derinlikli bir metindir. Ahmed Gazzâlî’nin Sevâniḥu’l-ʿUşşâḳ’ına tür olarak benzese de, teorik arka planını büyük ölçüde İbnü’l-Arabî’nin vahdet-i vücûd sisteminden alır. Irâkî, aşkı sadece duygusal bir hâl değil, varlığın ilkesel kaynağı olarak konumlandırır; aşk, ona göre taayyünden münezzeh bir hakikat olup, tezahür ettikçe âşık-mâşuk ilişkileri üzerinden kendini tanıtır.
Eserde kullanılan yoğun mecaz, sembolik dil ve şiirsel anlatım, okuyucuyu yalnızca tasavvufî kavramlara değil, aynı zamanda metafizik bir kavrayışa da çağırır. Hallâc, Bâyezîd, Şiblî gibi sûfîlerin aşk merkezli tecrübelerine yapılan göndermeler, metne tarihsel bir derinlik kazandırırken, kurb-ı nevâfil ve mirac gibi kavramlar da aşkın ilâhî boyutunu vurgulayan temel unsurlar hâlinde öne çıkar. Lemaʿât, bu yönüyle sadece bir tasavvuf metni değil, aynı zamanda aşkı merkezine alan bir varlık düşüncesinin estetik bir ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Metnin bu çok katmanlı yapısı, yüzyıllar boyunca çeşitli şerhlere konu olmasına ve farklı tasavvufî meşreplerce benimsenmesine zemin hazırlamıştır.
Eserin ilmî ve estetik kıymeti, yalnızca tasavvufî çevrelerde değil, aynı zamanda siyasal ve kültürel otoriteler nezdinde de karşılık bulmuştur. Nitekim Lemaʿât’ın en dikkat çekici nüshalarından biri, Fatih Sultan Mehmed’in hususî kitaplığı için özel olarak Gıyâs el-Mücellid’e istinsah ettirilmiş olup Türk ve İslam Eserleri Müzesi (no. 2031) koleksiyonunda yer almaktadır. Bu sultânî nüsha, Fâtih’in İbnü’l-Arabî–Konevî çizgisindeki nazarî tasavvuf mirasına olan ilgisini ve özellikle aşk merkezli metafizik düşünceye gösterdiği hassasiyeti belgeleyen önemli bir vesikadır.